7 Nisan 2012 Cumartesi

Rüya içinde rüya... | Portakal Ağacı.

O'nun hakkında tek bildiği okyanus mavisi gözleri ve en çok mavi rengi sevdiğiydi.Her sabah türlü bahanelerle aksi dedesini atlatıp dışarı çıktığında , O'nu sıklıkla mavi renkte kıyafetlerle görürdü.O'na bu yüzden ''Mavi'' ismini takmıştı.
Aşk zehirli bir sarmaşık gibi sarıyordu Sera'yı.Zamanla sadece Mavi'yi görmek için yaşadığını hissetti.Her varoluş Mavi ile bağlantılıydı.Evdeki mavi zambaklar,küçükken en çok sevdiği bez bebeğinin gözlerinin mavi oluşu,evrenin Sera'ya gönderdiği mesajlardı sanki.Mavi'nin yürüyüşlerini uzaktan izlerken,içinden '' şimdi o tümseğe takılacak '' der ve her gün istisnasız Mavi o tümseğe takılır,Sera bununla mutlu olurdu.İçinde Mavi'ye bir şey olacak korkusuyla,onun o şapşal haline gülümserdi.
Aşk yüzleri gülümseten bir duygu olmaktan zamanla çıkmaya başladı.Artık aşkın kelime anlamı Sera için uykusuzluktu.Düşünceler beynini yiyordu.Mavi'nin bir gün gideceğinden,başkasıyla evleneceğinden hatta öleceğinden korkuyordu.Sera'nın farkında bile değildi Mavi.Sera'nın altın sarısı saçlarından,portakal kokusundan,parlayan teninden,heyecanlandığında avucunu kaşığından,uyurken bir meleğe benzediğinden hiç ama hiç haberi yoktu.İlgisini çekmeye çalışmıyordu Sera.Beni O fark etmeli.Kokumu duyup,arkasını döndüğünde beni görmeli diye düşünüyordu.Maalesef hayalleri birer birer yıkılıyor , adeta bir kasırga kopuyordu ruhunda.
Kalbi acıyor yemek yemiyordu.Uyku'nun haracıydı yemek.Haracını alamıyordu Uyku.Bir süre Sera için kaldı.Bekledi.. Sera tüm gece kruvasan yapıyor,bir tane bile yemeden gözlerini tavana dikip acısını çekiyordu.Resim yapıyordu Sera.. Bol gölgeli resimler.Mum ışığında kalmış umutsuz çocuk resimlerini yapıyordu.Uyku,bir köşede her objeye bakıp,onlara Sera'yı kendisini alması için dil döküyor ama artık istenmediğini anlıyordu.Sera uykusunu ne anıyor ne de onu özlüyordu.Uyku geri de göz altları morarmış,yorgun ve mazoşist bir Sera bırakıp terk etti Sera'yı ...
Pencereden ince bir ışık sızdı.Uyku Sera'yı terk etti.En son arkasına baktığında gördüğü tablo Sera'nın saçlarını tutam tutam kestiğiydi...
Uyku göz yaşlarını tutamadı ve o da ölmeye karar verdi.Çünkü gün doğmadan başka birinin uykusuna tutunmalıydı.Gün ışığında yok olurdu aksi taktirde.Kimse Sera'nın cennet bahçeli rüyaları gibi olamazdı.O'nun uykusu kadar narin ve insanı bulutların üzerinde uyuyormuş hissini veremezdi.Bu düşüncelerle gün doğumunu sabırla bekleyecek ve sonra da yok olacaktı.Bu düşünceler Uyku'nun duyduğu portakal ağacı kokusuyla son buldu.O kadar yoğun,o kadar sıcak bir kokuydu ki bu Uyku'nun aklına Sera'yı getirdi.Sera belki de artık Uyku'yu geri istiyor ve evrene kendi kokusunu gönderiyordu diye düşündü.Kokuyu takip etti büyük bir heyecanla.Ancak gittiği yön Sera'nın evine çıkmıyordu.Devam etti..Sera'nın kokusu başka kimde olabilirdi ? Kokunun geldiği pencereden içeri girdi.Bir rüya ile karşı karşıya kaldı.Bir adam tek başına portakal ağacının altında oyunlar oynuyor,portakal yiyor,gölgesinde dinleniyor sonra tekrar oyun oynuyordu.Kokunun yumuşaklığı ile mest olan uyku,rüyaya bakıp iç geçirdi.Sera'nın kokusu üzerindeydi Uyku'nun.. Bu rüyaya çok yakışacağını düşündü ama bu Sera'ya ihanetti.Eğer Sera'yı terk ettiyse Sera Uykusuz,Uyku ise kimsesiz kalmalıydı.Rüyanın sahibini merak eder gözlerle yakından baktı .. Bu Mavi idi.İnanamadı önce.Daha yakından baktı.Rüyanın içine girip gözlerine baktı.Bu Mavi idi.Uyku hemen soyundu... Mavi'nin uykusuna karıştı.Rüyasına girdi.Rüya içinde rüya ... O'na Sera'nın gördüğü rüyalardan bir kaç demet gösterdi.Mavi'nin rüyaya girmesine de izin verdi.Rüyada Sera ile portakal ağacının altında dans ediyorlardı.Mavi Sera'nın saçlarını okşuyor,onlara papatyalar takıyordu.
Uzun bir uyku geçirdi o gece Mavi.Sabah uyandığı ilk anlarda herşey normaldi.Rüyasına dair hiç bir şey hatırlamıyordu.Aklındaki tek düşünce işe geç kaldığıydı.Bir telaşla tahta evininin merdivenlerinden indi.Dışarıya çıktı.Sera her zamanki yerindeydi.Saçlarını kesmiş,kısacık bırakmış.Onları da papatya desenli bir örtü ile örtmüştü.Önünden geçti Mavi,Sera'yı fark etmeyerek.İç geçirdi Sera.Kafasını eğdi ve gözünden tek bir damla yaş süzüldü.Yaş toprağa değdiğinde,portakal kokusu Mavi'ye çarpmıştı.Kalakaldı Mavi olduğu yerde.Mıhlanmıştı adeta.Rüyasının her sahnesi,bir fotoğraf karesi gibi canlanıyordu gözünde.Arkasını döndü.O kalabalıkta tek gördüğü,ağlayan Sera'ydı.Yanına gitti hızlı adımlarla.Sera'nın örtüsünü çıkarttı,saçını kokladı.O an Sera için mıhlanma zamanıydı.Çivilenmişti Sera,elinin için deli gibi kaşınmaya başladı ama o kaşımadı.Mavi Sera'nın kaşınan elini tuttu,avucunu öptü.Kaşıntı bir büyü gibi , heyecandan çıkacak kalbine inat geçmişti.
Mavi Sera'ya o gün ve hiç bir zaman rüyasından bahsetmedi.Portakal kokusuna aşık olmuştu Sera'nın.Sera'yı öptüğü ilk gün de,Sera uykusuna kavuştu.Beraber uyudukları ilk günde huzuruna.Portakal ağacından evleri oldu.Sera'nın saçları uzadı ve kendileri gibi bir de kızları oldu;altın sarısı saçları,portakal kokan teni ve mavi gözleri.

15 Mart 2012 Perşembe

''Gün'' Doğumu

Sabahti daha.Günün en soğuk saatlerinden bir kaç saat sonraydı.Gün'ün tüm gece beklediği saatlerdi.. Ben ise Gün kadar istekli değildim.Gün'ün ısrarcı ve bencil tavrı beni çileden çıkartmaya başlamıştı.Hep Gün'ün istediğinin olması,gecenin karanlığında örtülen ayıpların,yastığa dökülen yaşların,yaştan değil de ''aşktan'' şişmiş gözlerin dün ışığına çıkmasına sebebiyet veriyordu.Tüm gece sabahı düşündüm.Gün'ün beklediği o anı nasıl engelleyebilirim diye düşündüm durdum.İlk olarak takvimi yakmak geldi aklıma.Her takvim yaprağını teker teker yakarsam eğer,Gün hep şu anda;yani gecede kalırdı.Hayal dünyama uyan bu eylemi gerçekleştirmekten büyük bir zevk almıştım.Zevkim,bu işlemi yaparken harcadığım bir buçuk saatlik zamanı görüp,hala yelkovanla akrebin hareket ettiğini görmemle,yerini telaş ve endişeye bıraktı.
Gün bir saat sonra ağaracaktı.Siyah gökyüzü grileşmeye ve kasvetini göstermeye başlamıştı bile.Bir şey daha yapılmalıydı.Yapılacak bir şeyler muhakkak olmalıydı...
Diyabetik göz hastasıydım.Gözlerimin şeker yüzünden bir gün göremeyeceğini biliyor,son zamanlarda da daha az gördüğümün farkındaydım.Deli gibi şekerimi yükseltecek yiyecekler yedim ve görmemeyi diledim..Yalvardım.Tam kırk beş dakika kalmıştı..Acele etmeliydi dileğimi gerçekleştirecek olan.Bir mucize oldu ve artık görmüyordum.Kendimi tokatlamaya başladım.Bu olayın gerçekliğine inanamıyordum.Artık kör olduğuma kesin karar verdiğimde ise kahkahalarım evimin her odasına doldu.Ancak atladığım bir şey vardı;evim Gün'ün aydınlanmasıyla ışık dolacağı gibi ısınacaktı da.Bu olamazdı..Küvetimi doldurdum.İçine buz dolabımda ki tüm buzları attım.Soyundum ve tek bir tereddüt barındırmadan içimde,küvetin içine girip;buzların arasına daldım.Artık hem kör hem de soğuktum...
Ne Gün'ün doğumu umurumdaydı ne de Gün , her gün kendi istediğini yapacak diye hepimizi mahkum ettiği zamana kızgınlığım vardı.O an yanıma bir melek geldi ve bana;''Artık dur !'' dedi.''Öldüğün gecenin sabahında evlenecektin.O gece şeker hastalığın yüzünden içtiğin ilaçları,mutluluğunun vermiş olduğu sarhoşlukla unuttun ve fazla sayıda alkol aldın.Seni uyaranlara ise kulak asmadın... '' O bunları söylerken sanki bir tekerleme okurmuşcasına pratik ve sabırlı gözüküyordu.Benim bir şey dememe izin vermeyecek bir şekilde hızlı ve akıcı konuşmasına benim şaşkın bakışlarım altında devam etti : '' Aldığın alkol yüzünden gece yatağına girdiğinde kalbini sıkışmaya,kolun uyuşmaya başlamıştı.Heyecandan sandın.Fakat değildi.Gelinliğini son bir kez prova etmek için bir hevesle kalktığında ise kalp krizi geçirdin.Sabah senin senin soğuk vücudunla karşılaştılar.Ruhun hala o odadaydı.Onlar senin cansız bedeninin etrafında feryat ederken ruhun onlara ; ben ölmedim ! Beni görmüyor musunuz ? ! , diye yalvarıyordu.'' Melek bu cümleden sonra bir iç geçirdi.Kelimeleri yavaşlamaya ve daha demin gösterdiği azarlar tarzın yerini acımaya bırakmıştı.; '' Kabullen artık.Her Gün aydınlandığında aynı manzarayı görecek,aynı acıyı yaşayacaksın.Senin de cezan bu.Yapma artık.Bak,beni görebiliyorsun bile.Sıcaklığımı hissedebiliyorsun.Bütün çaban boşuna.Kalk küçüğüm,cezanın bitmesi için çık oradan... ''
Melek bana hiç de yabancı değildi.Bunları bana her gün anlatıyor, ben ise her gün bu anlatılanların imkansızlığını düşünüp o konuşmaları zihnimden siliyordum.
Aslında ben gerçekten ölmüştüm ve Gün hala doğuyordu ....

27 Şubat 2012 Pazartesi

AŞK ...

Aşk yaptığın hatalatrın bedeli olur çıkar karşına kimi zaman.Der ki sana ; '' kuşan zırhını geç karşıma ey fani,yenildiğini gözlerimle görmek isterim ''.Bir de üzerine kahkahalar atmaz mı ? Evet,evet atar da o şen kahkahasını kulaklar sağır olur,göz açamazsın.İner ya o perde gözlere;doğru ile yanlış,kurallar ile boşvermişlikler görünmez gözlere.
Şimdi sen,bu yazıyı okuyup kendini kelimelerimin arasında bulmaya çalışan bir zaman aşık,şu anda aşık,her zaman aşık,hiç bir zaman aşık olmayan sen,aşkın tarifini yapabilir misin ? Sen zorlanma.Onu da ben yaparım. Ben nazlı olunca kaybeden,kolay kız olunca da kaybeden,ilk günden numaramı veremem deyip zoru oynayan,küçük bir gülümsemeyle numarasını verdiğinde de kaybeden o bahtsız bedevi.Çölde kutup ayısına rastlayan ve onun kutup ayısı olduğunu anlamayıp deve sanan o egzotik beyinli,hayalperest çaresiz. Ben senin için en uygun tarifi yapabilirim;Aşk istiridye kabuğunun (Hollanda sanatında istiridye kabuğu kırılganlığıyla dünyasal zevkleri sembol eder ) içindeki inciyi,o kabuğu kırmadan alabilmenin zevkidir.Ancak
 inci değildir aşk.Aşk;istiridye kabuğudur.İnciyi görünce köşeye attığınız o kırılgan şeydir.Çünkü aşk hiç ummadık birine , umulmayan bir anda ve alışılmışın dışında duyulan duygudur. İnci'nin yerine istiridye kabuğunu seçmek,incinin parıltısının gölgesindeki,kendi ışığındaki o kırılgan şeydir.
Aşk evet , birşeydi.. Aşk var-dı,mış ..

P.S: 5 dakika içinde,anlık duygu patlamasının sonucudur.Saygılarımla ...

22 Şubat 2012 Çarşamba

Beden Kirliliği

İnsanların ruhlarıyla arkadaşlık ederdi Tanrıça. Bedenlerinin kirliliğini görür,tokalaşmaktan bile çekinirdi.Bulaşamaz bilirdi.O Tanrıçaydı.Onu ne kirletebilirdi ki ? O sadece kendisini başından doğuran babası,tanrıların tanrısı Zeus'a hesap verirdi. Başkası hangi hakla ona hesap sorardı ? Gene de korkardı işte,öyle çok korkardı bir çocuğun annesini pazarda kaybedişinin korkusu gibi.
Ruhunun temiz olduğunu bildiği herkese günahlarını affettirecek formüller bulurdu.Bir kaç iyi dilek sunardı onlara.Son bir pişmanlık hakkı.İdam halinde mahkuma sorulan son isteği sorusunun ciddiyeti ve önemi ile yapardı ki bunu,bir daha aynı hata işlenmesin.Üç kere şans verir,dördüncüsünde ise hep insanoğlunun şu trajedisini görür '' en dibe batmadan,en yükseğe çıkamazsın '', bu sebeple affederdi gene.onları Tanrıça.Neydi peki beden kirliliği ? Bakireliğine önemiyle nam salmış bir Tanrıça,herhalde bu kirliliği birileriyle cinsel münasebete girmek olarak değerlendirirdi.Herkes ondan bunu beklerdi.O ise herkesi yanıltmıştı.O'na göre beden kirliliği hırsızlıktı.Başkalarının hayatlarını çalmaktı.Yalan söyleyerek,iyi niyetleri çalmak.Hırslarıyla,bir başkasının başarısını çalmak.Kötü sözle,gururlarını çalmak ...Sen hırsız isen,geri dönüşü olmayan bir yola girmişsindir.Ne geri dönebilir,ne de Athena sana yardım edebilirdi.
Böyle bir kız olan Semara,büyük bir evin,portakal kokan bahçesinde her gün nakış yapardı. Birbirinden güzel kıyafetler diken Semara,yöre halkı tarafından genç bir yetenek olarak görülür,daha 17'sindeki kıza övgülerde bulunulur,bol bol paralar veririlirdi.Sarı saçları,portakalların ışığı ile parlar , bir altın ışıltısı kazanırdı.Teninin beyazlığı,iğneyi zarif parmağına kaza ile batırışında kan rengi ile beraber daha da beyaz gözükürdü. Hizmetçiler bir telaş içinde temizlerken,o ise kendi yapmış olduğu hatayı,hizmetçilerine,güneşe,gökyüzüne ve hatta onu kıskandığını düşündüğü  ve işlerinin ters gitmesine sebep olarak Athena'yaı görür ve ona lanetler yağdırırdı.Olympos'tan duyulan bu çığlıklar,güneş tanrısı Helios,gökyüzünü tutmakla görevli Tanrı Atlas ve Athena'yı kızdırmıştı. Bu üç tanrı Semara'nın daha önce 3 erkekle beraber olduğunu,yetenekleri yüzünden affedildiğini biliyorlardı.Bedeni kirlenmiş kıza küfürler yağdırdı Atlas ve Helios.Athena susturdu onları,Zeus'un Hera'yı defalarca aldattığını,Aphrodite'nin aksak kocası Hephaestus'u Ares ile nasıl aldattığını hatırlattı. Haddini aşmıştı Athena besbelli ama haksızlığın karşısında duramazdı.Bunu kendisine küfür eden Semara için bile yapardı.
Olympos'tan yaşlı ve zengin bir kadın kılığında indi Athena.Semara'nın portakal kokulu bahçesinde olduğunu gördü ve kızın hala elinin kanaması yüzünden ettiği küfürleri duydu.Onun yanına giderek,ondan siyah bir kaftan istediğini söyledi.Altın defne işlemeli ve kaftanın sağ tarafında bir isim yazmasını da ekledi.Kız huysuz bir şekilde kabul etti ancak ismin ne olduğunu sormayı unutmuştu.Aynı huysuzlukla sordu ona : ''isim olarak ne yazacağım yaşlı kadın,onu da söyle'' .Yaşlı kadın kılığındaki Athena,arkasını dönüp ''Athena'' dedi.Demesiyle bir ışık patlaması ile,zırhıyla karşısında duran güzel Athena'yı gören kız,yaptığı 3 günahı hatırlayarak af dilemeye başladı. Yalvarışları Athena'nın yüzünde tek bir vicdan görüntüsü oluşturmamıştı.-''Daha suçunu bile bilmiyorsun sen,yaptığın o 3 hata seni sen yaptı kızım.Senin ağlamalarını duyduk,affettik.Pişmanlığın bir de güzel yeteneğinle birleşince senin yaşaman gerektiğine karar verdik.Lakin sen bedenini hırsızlıkla kirlettin.Yaptığın hakaretler hizmetçilerinin gururunu,ailenin neşesini nicedir çalıyordu.Tanrı'lara küfür etmen ise hırsızlığın en büyüğüydü'' dedi. Tek bir laf söyleyemeyen Semara cezasını bir an önce görülmesini diledi.Gözlerini kapadı ve Athena onu ömür boyu hiç ipi bitmeyen ve dilediği rengi ve kumaşı sunabilecek bir nakış makinasına çevirdi...

18 Şubat 2012 Cumartesi

Sorular ve cevapları.

... Nasılsın ?
Resim yazısı ekle

Gittiğin günden beri tam 8 kilo verdim ve bunu çok kısa bir zamanda yaptım.Yemem-içmem değişti.''Daha sağlıklı besleniyorum'' adı altında kendime cezalar verdim.Sigaraya başladım.Öyle içli içtim ki,elime yakışmamasını umursamadım.Ayna karşısında dumanı içime çektiğim zamanlarda gözlerimi bir an olsun kapattım.Açtığımda yaşlı gözlerim , aynanın karşısında bambaşka bir insanı gördü... Ve ben o bambaşka insanı o an için sevmiştim.O kişi acılarımı bana unutturacaktı.Daha vurdum duymaz,daha eğlenceli ve benden çok daha az sınırları olan biriydi.Onu aynanın içinden aldım ve kendi benliğime koydum.İkinci bir sosyal hesap gibi,onu yaşattım içimde.Her eğlencemde ve her (kendime göre) hatalarımda,eylemi gerçekleştirdikten,çok uzun değil sadece bir kaç dakika sonra çıkarttım o kişiyi ve sadece kendimle baş başa kalıp ağladım.Ağladıkça dökülürsün sandım.
Şanssızdım..Her talihsizliğimde senin adını anarak ağladım ; '' Senin yüzünden ... Sen olsan bunlar yaşanmayacaktı '' hıçkırıklarımın arasında çıkan yarım yamalak cümlelerdi.
Acımı yaşamamak,yaşamayacağım anlamına gelmiyordu maalesef.Bunu anladığımda elimde bir yığın çıkarılan ders,bir çok gereksiz anı,kaybedilen ve kazanılan insanlar,başka bir çevre ve kurulmuş bir yığın cümle vardı.Hepsini toparlayıp bir ben yapmak,beni ben gibi hissettirmeyecekti.Bende önce aynadaki yansımamdan kurtuldum.Daha sonra anılardan,her türlü insandan ve senden sonra hatırladıkça yüzümü buruşturan her türlü mahluktan.
Şimdi ben 17 yaşımdaki,beni tanıdığın ilk halimdeyim.Tek fark senin ''Nasılsın?'' soruna ; '' iyiyim.. '' diyemeyecek kadar derslerimi almış bir  17 yaştayım.   

13 Şubat 2012 Pazartesi

Seçtiğim Kadın Sensin...

Resim yazısı ekle

Yaptığın hataların yanlışlığına inanıp,yanlışlığın içindeki tek bir çekirdek tanesi büyüklüğündeki doğruyu aramak,ah ne kadar zor,ah ne kadar meşakkatli. Öyle bir durum onda ki de.O kim mi ? Kendini Tanriça sanan bir şizofren,ya da içindeki asil Tanrıçayla konuşan bir gezgin.Hiç biri de olmayabilir.İnanın fark etmez..
Hayatında bir kadın varsa erkeğin,saygıyla önünden geçerdi. Kan bağsız bir kardeş içgüdüsü oluşurdu onda.En çok da bundan korkardı ya,bir erkek arkadaşının kız arkadaşının onu kıskanması.. Ah ne acizce,ah ne egosu yerlerde durumdur o.Ancak bu iki ruh haline üzülmez de o,kendisinin düştüğü o yegane duruma üzülürdü.Neyse ki bu yaşına kadar başcağızına gelmedi böylesine bir durum.Naralar atar,öğütler verirdi.Ah çok biliyorsun sen değil mi ? Utanmasa bir de makale yazacaktı kadın-erkek ilişkileri üzerine.O kadar güveniyordu kendine.. Günlerden bir gün o kendine güvenen Tanrıça,gittiği muhteşem bir yerde aslında hiç de aşık olmayacağı türden birine aşık olur.Rivayetlere göre bu Tanrıça,oraya giderken de yeminler etmiş,aşka tövbeler etmiştir.Eros'ları kendisine küstürmüş,bu durumdan da bir gram vicdan azabı çekmemiştir.Bizim Eros'lar boş durmaz.Takılır gene bu Tanrıça'nın peşine.Aşık ederler onu,o esmere.-Daha doğrusu Eros'lar gelip anlatırlar daha sonra durumu.Durum apaçık şöyledir;esmer ölümlü tutulmuştur önce Tanrıça'ya.- Gel zaman git zaman,esmer hayatında bir kadın olduğunu söyler.Durum ölümlü içinde oldukça karışıktır.O daha önce hiç böyle olmamıştır.Bulunduğu durum ve duyguların geçici mi kalıcı mı olduğunu test etmek ister ve Tanrıça nereye gitse,ölümlü onu kovalar.Tanrıça kaçıp defne ağacı da olmak isterken içinde bulunduğu durumun memnuniyetsizliğinden kaçamaz,gidemez hiç bir yere.Yardım edemezdi kimse ona. Tek kurtuluşu,ölümlünün bir kaç zaman sonra aklını bulandıran sorulardan arınmış düşünceleriyle geldiğinde söylediklerinin doğru olmasıydı.Söyledikleri tam olarak şuydu; '' Sen benim bu dünya da tanıdığım en özel insansın.Mühürlenmek böyle bir şeydir,İnan bana,seçtiğim kadın sensin .. '' Seçilen biri olmak her ne kadar gurur kırıcı olsa da , olumsuzlukların hiç birini görmek istemez.Mutludur Tanrıça çünkü.. Bozmak istemez bu durumu.Aşkın her zerresini hissetmek ister.Sevdiği adam ile ambrosia içip,aşkın keyfini çıkarmak ve huzurdur tek istediği. 
Peki bu hikayenin sonu ne mi olmuştur ? Tanrıça bırakmıştır kalemi kağıdı,derin bir uykuya dalmıştır.Ölümlü gelip hikayeyi kaldığı yerden devam ettirirse ancak uyanacaktır.
Bir kadının aşkı için değil oturduğu yerden kalkmak,ölümsüzlüğünden bile vazgeçebiliceği bir hikaye okudunuz.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Kurbağa Prens

İki kere ikinin dört etme netliği gibidir hayatımızdaki bazı netlikler. Ya vardır ya da yoktur.Sessizce kaybolan bir eşyayı ararsınız önce.Yok olacağına inanamazsınız ve kesin bir yerlerdedir o.Bir zaman sonra bakarsınız ki ne o eşyanız ortada ne de kaybolmadığına dair inancınız.O yüzden ilk anda gördüğünüz hissiyat ya da apaçık doğru ne ise onun peşinden gidin.Daha sonra edineceğiniz izlenimler sizi yanıltacaktır.
Kurbağa'nın içinde gördüğümüz prens,prensin içinde gördüğümüz kurbağa.Tanımakla anlasaydık karşımızdakini 'sen nasıl bir adamsın/kadınsın,seni tanıyamamışım,gözlerim yeni açıldı  ' vb cümlelere kulak aşinalığımız olur muydu hiç ?